İletişimde Kabul Etmenin Önemi
1 sayfadaki 1 sayfası
İletişimde Kabul Etmenin Önemi
"Ödülsüz cezasız
çocuk yetiştirmek" bölümünde, Thomas Gordon kitaplarını
Türkiye'ye getiren ve Gordon'un Etkililik Eğitimi üzerinde çalışmalar
yapan eğitimci Birsen Özkan'ın yazıları bulunuyor. Yazıları baştan
itibaren sıra ile okumanızı tavsiye ediyoruz.
7- İletişimde Kabul Etmenin Önemi
Sevgili anneler, önceki yazıda etkili iletişimin ilk konusu olan
“duygular”dan söz etmiştik. Bu yazıda ikinci konu olan kabulü
işleyeceğiz.
Aşağıda üzerinde çalışabileceğiniz bir senaryolar
listesi göreceksiniz. (Aslında bu listeyi duygular yazısının başına
koymalıydım, önce koymama kararı almıştım, sonra da gerçekten kendini
geliştirmek isteyen okurlara biraz daha çok veri sunmanın iyi olacağını
düşündüm.)
Bu listenin amacı şu anda nasıl iletişim kurduğunuzu
saptamanız içindir. )
Bu 8 maddelik listeyi aralarında birer
paragraflık boşluklar bırakarak defterinize yazın. Her cümleyi üzerinde
çok düşünmeden yanıtlayın. Yanıtlarken “Ne demeliyim?” diye düşünmeden,
bu senaryolar sizin evinizde olsa ne söyleyiverirdiniz, o cümleleri
karşınızda çocuğunuz varmışçasına, ona söyleyeceğiniz gibi yazın.
Siz
Olsaydınız Çocuğunuza Ne Söylerdiniz?
1- Okuldan gelince çamurlu
botlarını çıkarmadan güle oynaya odasına gidiyor.
2- Siz henüz
fırsat bulup kitabınızı elinize aldığınızda, çocuklar avaz avaz bağırıp
kavga etmeye başlıyorlar.
3- Soğuk bir pazar günü dışarı çıkmak
üzere hazırlanıyorsunuz. Küçük kızınız, inatla yazlık bir giysisini
giymek istiyor.
4- Ağlayarak eve geliyor ve en sevdiği
arkadaşından söz ederek “O aptalla artık hiç oynamayacağım.” diyor.
5-
İki kardeş tartışıyor ve sizin hakemliğinizi istiyorlar. Birinin haklı
olduğunu çok açık bir biçimde görüyorsunuz.
6- İki kardeşe
bir oyuncak aldınız. Adil olma düşüncesiyle önce oynama hakkı için kura
çektiniz. Kaybeden, “Zaten küçük olduğum için her zaman ben
kaybediyorum, haksızlık bu” diyerek ağlamaya başlıyor.
7-
Bir sabah onu yatağından kaldırırken “Anne, her gün yuvaya gitmek
zorunda mıyım?” diye soruyor.
8- Arkadaşlarından birinin
annesinden çok korktuğunu söylüyor ve boynunuza sarılıp yanağınıza
kocaman bir öpücük konduruyor.
Soruların arasında 4-5 satırlık
boşluk bırakmayı unutmayın. Bu listeyi yazı dizimiz bittikten sonra da
yanıtlayıp aradaki farkı görebilirsiniz. Fark, sizin ne denli
“denetleyen değil, etkileyen bir anne” olduğunuzu kendinize
gösterecektir. Konular ilerledikçe bu listeye yeniden döneceğiz.
2-
ÇOCUĞU DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMADAN OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK
Başkasını
kabul edebilmek, insanın kendisini kabul etmesiyle başlar. Kendini
kabul edebilmek için de kişinin kendini “tanıması” gerekir.
Kapısı,
penceresi olmayan bir oda düşünün. Bu odada size ait her şeyin
bulunduğunu varsayın. Düşünceleriniz, duygularınız, istekleriniz,
değerleriniz, zaaflarınız, meziyetleriniz, umutlarınız, zevkleriniz,
güçlü ve zayıf yanlarınız ………
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Bu odanın kapısı, penceresi
olmadığı için içerisi zifiri karanlık ve siz orada kendinize ait nelerin
olduğunu göremediğiniz için bilemiyorsunuz. Bu odanın üstünden bir
delik açtığınızı, bu deliğin küçük bir pencere olduğunu düşünün. Bu
pencereye “Kendini Tanıma Penceresi” diyelim. Buradan içeriye ışık
girsin. O pencereden içeriye baktığınızı ve orada nelerin olduğunu
görmeye çalıştığınızı varsayın. Baktığınız noktadan odanın her yanını ,
dolayısıyla içindeki her şeyi görmeniz mümkün mü? Tabii ki hayır.
Bu
benim pencerem olsa, kendimle ilgili görebildiklerim ve göremediklerim
olduğuna göre bu pencereyi ikiye bölebilirim.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Şimdi o minik pencereden bir
başkasının baktığını düşünün. O kişinin de benimle ilgili her şeyi
görmesi mümkün mü? Bakış açısına göre, baktığı yere ışığın düşüş
miktarına göre vs. o kişinin de görüp göremedikleri vardır.
Pencreyi
bir de başkasının bakışına göre bölelim.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Şimdi ikisini üst üste koyalım:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sol üst bölge kişiliğimizin açık
bölgesidir. Burada hem benim kendimle ilgili bildiklerim, hem
başkalarının benimle ilgili bildikleri vardır. Örneğin ben kendimi
“konuşkan” olarak tanımlıyor, başkaları da “Birsen konuşkandır” diyorsa
“konuşkanlık” benim açık bölgemdeki bir özelliğim demektir.
Beni
tanıyanlar duygulardan konuştuğumun farkındadır. Ancak ben insanlarla
ilgili olumsuz duygularımı pek söyleyemem. Bu özelliğim fark edilmemişse
sağ üst köşedeki gizli bölgemin bir özelliğidir. (Halâ bu konuda
kendimi geliştirmeye çalışıyorum.)
Ben kendimi konuşkan olarak
niteliyorum ama çevremdekiler benim sözü alıp bırakmadığımı, kimsenin
konuşmasına izin vermediğimi söylüyorsa, ben bu sevimsiz özelliğimin
farkında değilim, ona karşı körüm demektir. Sol alt köşe.
Sağ
altta bilinmeyen bölge var. Buradaki özellikleri ne ben biliyorum ne
başkaları. Başka bir yerde dünyaya gelseydim, başka koşullarda
büyüseydim buradaki özelliklerim ortaya çıkabilirdi belki.
İnsanlar
arasında doyum sağlayan bir iletişim açık bölgelerin sağlanır. Şimdi
açık bölgeleri farklı boyuttaki iki kişinin iletişimine bakalım:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
A kişisinin açık bölgesinden B
kişisinin açık bölgesine giden bir ileti karşılık bulup A kişisine
dönerek yanıtlanıyor. A kişisinin yine açık bölgesinden çıkan bir ileti
B kişisinin gizli ya da kör bölgesine rastlayınca ya emiliyor ya da
farklı bir yöne yansıyor ve iletişim kesiliyor.
Bu tablodan
çıkartılması gereken sonuç şudur:
İnsanlar arasındaki
iletişim açık bölgesi küçük olanın büyüklüğü oranında gerçekleşebilir.
Bu nedenle açık bölgenin büyük olması doyurucu ilişkiler için bir
zenginliktir.
Demek ki doyum sağlayan iletişimler yaşayabilmek
için açık bölgemizi büyütmeliyiz.
Bu bölgeyi büyütmek için
kendimizi nasıl açacağız? İletişimde bulunduğumuz insana geçmişimizin
sırlarını vererek mi? Çok yakın dostluklardaki ilişkiler dışında bu
sorunun yanıtı “hayır”dır. O anda yaşanılan duygu ve düşüncelerin
paylaşılmasıyla kendimizi açarız. Kendimizi açtıkça açık bölgemiz de
büyür. Kısaca şunu söyleyerek bu konuyu bitirelim. Sağlıklı, doyum
sağlayan bir iletişim için karşılıklı olarak açık bölgelerin varlığı ve
aşağı yukarı birbirine çok yakın büyüklükte olmaları gerekmektedir.
çocuk yetiştirmek" bölümünde, Thomas Gordon kitaplarını
Türkiye'ye getiren ve Gordon'un Etkililik Eğitimi üzerinde çalışmalar
yapan eğitimci Birsen Özkan'ın yazıları bulunuyor. Yazıları baştan
itibaren sıra ile okumanızı tavsiye ediyoruz.
7- İletişimde Kabul Etmenin Önemi
Sevgili anneler, önceki yazıda etkili iletişimin ilk konusu olan
“duygular”dan söz etmiştik. Bu yazıda ikinci konu olan kabulü
işleyeceğiz.
Aşağıda üzerinde çalışabileceğiniz bir senaryolar
listesi göreceksiniz. (Aslında bu listeyi duygular yazısının başına
koymalıydım, önce koymama kararı almıştım, sonra da gerçekten kendini
geliştirmek isteyen okurlara biraz daha çok veri sunmanın iyi olacağını
düşündüm.)
Bu listenin amacı şu anda nasıl iletişim kurduğunuzu
saptamanız içindir. )
Bu 8 maddelik listeyi aralarında birer
paragraflık boşluklar bırakarak defterinize yazın. Her cümleyi üzerinde
çok düşünmeden yanıtlayın. Yanıtlarken “Ne demeliyim?” diye düşünmeden,
bu senaryolar sizin evinizde olsa ne söyleyiverirdiniz, o cümleleri
karşınızda çocuğunuz varmışçasına, ona söyleyeceğiniz gibi yazın.
Siz
Olsaydınız Çocuğunuza Ne Söylerdiniz?
1- Okuldan gelince çamurlu
botlarını çıkarmadan güle oynaya odasına gidiyor.
2- Siz henüz
fırsat bulup kitabınızı elinize aldığınızda, çocuklar avaz avaz bağırıp
kavga etmeye başlıyorlar.
3- Soğuk bir pazar günü dışarı çıkmak
üzere hazırlanıyorsunuz. Küçük kızınız, inatla yazlık bir giysisini
giymek istiyor.
4- Ağlayarak eve geliyor ve en sevdiği
arkadaşından söz ederek “O aptalla artık hiç oynamayacağım.” diyor.
5-
İki kardeş tartışıyor ve sizin hakemliğinizi istiyorlar. Birinin haklı
olduğunu çok açık bir biçimde görüyorsunuz.
6- İki kardeşe
bir oyuncak aldınız. Adil olma düşüncesiyle önce oynama hakkı için kura
çektiniz. Kaybeden, “Zaten küçük olduğum için her zaman ben
kaybediyorum, haksızlık bu” diyerek ağlamaya başlıyor.
7-
Bir sabah onu yatağından kaldırırken “Anne, her gün yuvaya gitmek
zorunda mıyım?” diye soruyor.
8- Arkadaşlarından birinin
annesinden çok korktuğunu söylüyor ve boynunuza sarılıp yanağınıza
kocaman bir öpücük konduruyor.
Soruların arasında 4-5 satırlık
boşluk bırakmayı unutmayın. Bu listeyi yazı dizimiz bittikten sonra da
yanıtlayıp aradaki farkı görebilirsiniz. Fark, sizin ne denli
“denetleyen değil, etkileyen bir anne” olduğunuzu kendinize
gösterecektir. Konular ilerledikçe bu listeye yeniden döneceğiz.
2-
ÇOCUĞU DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMADAN OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK
Başkasını
kabul edebilmek, insanın kendisini kabul etmesiyle başlar. Kendini
kabul edebilmek için de kişinin kendini “tanıması” gerekir.
Kapısı,
penceresi olmayan bir oda düşünün. Bu odada size ait her şeyin
bulunduğunu varsayın. Düşünceleriniz, duygularınız, istekleriniz,
değerleriniz, zaaflarınız, meziyetleriniz, umutlarınız, zevkleriniz,
güçlü ve zayıf yanlarınız ………
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Bu odanın kapısı, penceresi
olmadığı için içerisi zifiri karanlık ve siz orada kendinize ait nelerin
olduğunu göremediğiniz için bilemiyorsunuz. Bu odanın üstünden bir
delik açtığınızı, bu deliğin küçük bir pencere olduğunu düşünün. Bu
pencereye “Kendini Tanıma Penceresi” diyelim. Buradan içeriye ışık
girsin. O pencereden içeriye baktığınızı ve orada nelerin olduğunu
görmeye çalıştığınızı varsayın. Baktığınız noktadan odanın her yanını ,
dolayısıyla içindeki her şeyi görmeniz mümkün mü? Tabii ki hayır.
Bu
benim pencerem olsa, kendimle ilgili görebildiklerim ve göremediklerim
olduğuna göre bu pencereyi ikiye bölebilirim.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Şimdi o minik pencereden bir
başkasının baktığını düşünün. O kişinin de benimle ilgili her şeyi
görmesi mümkün mü? Bakış açısına göre, baktığı yere ışığın düşüş
miktarına göre vs. o kişinin de görüp göremedikleri vardır.
Pencreyi
bir de başkasının bakışına göre bölelim.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Şimdi ikisini üst üste koyalım:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sol üst bölge kişiliğimizin açık
bölgesidir. Burada hem benim kendimle ilgili bildiklerim, hem
başkalarının benimle ilgili bildikleri vardır. Örneğin ben kendimi
“konuşkan” olarak tanımlıyor, başkaları da “Birsen konuşkandır” diyorsa
“konuşkanlık” benim açık bölgemdeki bir özelliğim demektir.
Beni
tanıyanlar duygulardan konuştuğumun farkındadır. Ancak ben insanlarla
ilgili olumsuz duygularımı pek söyleyemem. Bu özelliğim fark edilmemişse
sağ üst köşedeki gizli bölgemin bir özelliğidir. (Halâ bu konuda
kendimi geliştirmeye çalışıyorum.)
Ben kendimi konuşkan olarak
niteliyorum ama çevremdekiler benim sözü alıp bırakmadığımı, kimsenin
konuşmasına izin vermediğimi söylüyorsa, ben bu sevimsiz özelliğimin
farkında değilim, ona karşı körüm demektir. Sol alt köşe.
Sağ
altta bilinmeyen bölge var. Buradaki özellikleri ne ben biliyorum ne
başkaları. Başka bir yerde dünyaya gelseydim, başka koşullarda
büyüseydim buradaki özelliklerim ortaya çıkabilirdi belki.
İnsanlar
arasında doyum sağlayan bir iletişim açık bölgelerin sağlanır. Şimdi
açık bölgeleri farklı boyuttaki iki kişinin iletişimine bakalım:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
A kişisinin açık bölgesinden B
kişisinin açık bölgesine giden bir ileti karşılık bulup A kişisine
dönerek yanıtlanıyor. A kişisinin yine açık bölgesinden çıkan bir ileti
B kişisinin gizli ya da kör bölgesine rastlayınca ya emiliyor ya da
farklı bir yöne yansıyor ve iletişim kesiliyor.
Bu tablodan
çıkartılması gereken sonuç şudur:
İnsanlar arasındaki
iletişim açık bölgesi küçük olanın büyüklüğü oranında gerçekleşebilir.
Bu nedenle açık bölgenin büyük olması doyurucu ilişkiler için bir
zenginliktir.
Demek ki doyum sağlayan iletişimler yaşayabilmek
için açık bölgemizi büyütmeliyiz.
Bu bölgeyi büyütmek için
kendimizi nasıl açacağız? İletişimde bulunduğumuz insana geçmişimizin
sırlarını vererek mi? Çok yakın dostluklardaki ilişkiler dışında bu
sorunun yanıtı “hayır”dır. O anda yaşanılan duygu ve düşüncelerin
paylaşılmasıyla kendimizi açarız. Kendimizi açtıkça açık bölgemiz de
büyür. Kısaca şunu söyleyerek bu konuyu bitirelim. Sağlıklı, doyum
sağlayan bir iletişim için karşılıklı olarak açık bölgelerin varlığı ve
aşağı yukarı birbirine çok yakın büyüklükte olmaları gerekmektedir.
En son canfeda tarafından Çarş. Mayıs 19, 2010 12:26 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
canfeda- Müdür Yardımcısı
- Aktiflik :
İtibar : 7
Kayıt tarihi : 20/01/09
Mesaj Sayısı : 154
Konum : Ankara
Ruh Halin :
Geri: İletişimde Kabul Etmenin Önemi
İşte etkili iletişim becerilerinden “etkin dinlenme” karşımızdakinin açık bölgesinin, “ben dili” ise kendi açık bölgemizin büyümesini sağlayacaktır.
Defterinize tanıma pencerenizi çizebilir misiniz? Kimlere karşı açık bölgeniz nasıl? En çok kime karşı açıksınız ; kimlere karşı gizli yanınız büyük ve bu insanların özellikleri neler?
Çalışmalarımda bu soruyu sorduğum her kes kendini açtığı “o insanın” eleştirmeden dinleyen, kabul edici olduğunu; kendini sakladığı insanın/insanların ise sürekli eleştirip akıl verdiğini söylemişlerdir. Demek ki kabul etmek iletişim için olmazsa olmazdır.
Yazının başında başkalarını kabul edebilmek için önce kendimizi kabul etmemiz gerekir demiştim.
Olaylar karşısında hissettiklerinize, düşündüklerinize bakarak, yani iç gözlem yaparak kendinizle ilgili yeni bilgiler elde edebilirsiniz. Bu bilgilerin bazıları sizi rahatsız edebilir. Örneğin filân kişiyi kıskandığınızı fark ettiniz ve rahatsızlık duydunuz diyelim. Bu duyguyu yok saymak, inkâr etmek, bastırmak sizi rahatlatmaz, aksine farkında olmadan içinizde biriktirdiğinizde hem rahatsızlığınız artar hem de gelişme şansınızı kaybedersiniz. Oysa kendi kendinize “Ben şu kişiyi şu, şu özelliklerinden dolayı kıskanıyorum” diyebilseniz, bunu kendinize itiraf edebilseniz kendinizi kabul etmiş olursunuz. Kabul yüzleşmeyi sağlar, yüzleşme değişip değişmeme konusunda sizi düşünmeye yönlendirir. Bunun sonucunda da belki kıskandığınız o özellikleri edinmek için çabalar ve kişisel gelişminizi sağlarsınız.
Dünyada altı milyar insan var ve bu insanların hiç biri diğerine benzemiyor. Yani her birimiz biriciğiz.
Biriciklik ilkesi : Fark et (İç gözlem ve başkalarının geri bildirimleri) Kabul et ( şu, şu özelliklerimi olumluyorum; şu, şu özelliklerimden rahatsızım) Dile getir (Ben şöyle, şöyle bir insanım)
Beğenmediğimiz yanlarımız için “ben niye böyleyim?” diye hayıflanmak yerine “Ben böyleyim” diyerek kabul etmek, bu barışma ve iç huzuru yaşadıktan sonra değişip gelişmek için çabalamak gerek. Siz nasıl biricikseniz, çocuğunuz da biriciktir.
Şimdi gelelim karşımızdakini nasıl kabul edeceğimize ve karşımızdakini kabul etmekten ne anladığımıza. Gordon biliyorsunuz anlatmak istediklerini bir dikdörtgen üzerinde anlatıyor. İlk penceresi davranış penceresi.
Zamanınız olsa başka hiçbir iş yapmadan tüm gün çocuğunuzu izleyebilseniz, bir gün içinde binlerce davranış yaptığını gözleyebilirsiniz.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Bu davranışlardan bazıları hoşunuza gider, bazıları gitmez, hatta rahatsız olursunuz. O zaman bu davranışları kabul edebildiklerim (Beni rahatsız etmeyenler, hatta hoşuma gidenler) ve kabul edemediklerim ( hoşuma gitmeyenler, beni rahatsız edenler) olmak üzere adlandırın. Dikdörtgen şimdi kabul penceresi oluyor ve ortasından kabul çizgisiyle bölünüyor.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Çocuğunuzun davranışlarından kabul ettiklerinizi üst, edemediklerinizi alt bölüme hayalinizde yerleştirin. Hatta defterinize büyük bir kabul penceresi çizip içini doldurursanız daha iyi olur. Bunu yaparken zorlandığınızı göreceksiniz. Çünkü insan olmamamız ve bu nedenle de tutarsız olmamız nedeniyle bir gün kabul ettiğimiz davranışı başka bir gün kabul edemeyebiliriz. Başka bir deyişle kabul çizgisi durduğu yerde durmaz. Aşağı yukarı inip çıkarak yer değiştirir. Neye göre yer değiştirir? Bana, karşımdakine ve o davranışın yapıldığı içinde bulunulan çevreye göre.
Hafta sonu evde ailece bir gün geçirdiğinizi hayal edin. İşiniz yok, eşinizle sohbet ediyorsunuz, çocuğunuz da oyuncaklarını getirmiş yanınızda oynuyor. Aslında oyuncakların oturma bölümüne gelmesini istemezsiniz genellikle, ama bu huzurlu ortamı bozmak istemiyorsunuz, hatta onu kendi kendine oynarken izlemek size ayrıca bir mutluluk da veriyor.
Pazartesi olmuş, işten eve yorgun argın dönmüşsünüz ya da tüm gün çocukla uğraşmaktan ve ev işlerinden bitkin düşmüş durumdasınız, telefon çalıyor ve kıramayacağınız bir aile büyüğünüz size uğrayacağını söylüyor. Çocuğunuz Pazar günü oynadığı oyuncaklarıyla aynı yerde oynuyor, siz adeta koşarak mutfağa giderken oyuncaklara takılıp tökezliyorsunuz. Çocuğunuza ne söylersiniz?
Çocuğunuzun davranışı Pazar günkü davranışıyla aynı, ama Pazar günü kabul ettiğiniz bu davranışı Pazartesi kabul edemiyorsunuz, öyle değil mi?
Bir alıştırma daha yapalım:
Şimdi rahatça oturup gözlerinizi kapatın ve çocuğunuzun kabul edebileceğiniz, hoşunuza gidecek bir davranışı yaparken hayal edin. Ne yapıyor? Ne hissediyorsunuz? Bu durum gerçek olsa ne yapmak isterdiniz? Defterinize yazın lütfen.
Şimdi de kabul edemediğiniz, sizi rahatsız eden bir davranışını düşünün. Ne yapıyor? Ne hissediyorsunuz? Gerçek olsa ne yapmak isterdiniz? Yazın lütfen.
Şöyle bir tablo mu çıktı? Kabul ettiğiniz bir davranış karşısında olumlu duygular hissediyor ve olumlu davranış yapmak istiyorsunuz, kabul edemediğiniz davranış karşısında olumsuz duygu hissedip olumsuz davranmak istiyorsunuz. Şimdiye kadar tersini söyleyen olmadı.
Bu ne demektir sevgili anneler? Ben kendi duygu ve davranışlarımdan sorumlu değilim, başkaları beni istedikleri gibi etkileyebilir ve benim duygu ve davranışlarımdan ben değil onlar sorumludur… Konuşmalarımızı hatırlayalım: Beni kızdırıyorsun, beni mutsuz/mutlu ediyorsun, beni yoruyorsun vb. Yani karşımızdaki bize böyle hissettirdiği için ben böyle hissedip davranıyorum!
Acaba böyle mi? Sizlere şimdi kendi yaşantımdan bir örnekle “uyanışımı” göstermek istiyorum.
Oğlum milli yelkencidir. Lise son sınıfta üniversite sınavlarına hazırlanırken hafta sonları için şöyle bir plân yapmıştı: Antrenman olduğu günler antrenmanlara katılmayacak, dersaneye gidecek; yarış günleri yarış saatleri dışında evde test soruları çözecekti.
Bir cumartesi günü yarışı öğleden sonraydı. Öğleye kadar evde test çözecekti. Kahvaltıdan sonra odasına giderken televizyona gözü takıldı, bir spor kanalında yat yarışları vardı. Ben bu arada kahvaltı masasını topluyordum. Mutfaktan salona geldiğimde oğlumun kanepenin kenarına eğreti bir şekilde iliştiğini gördüm. Salona ikinci gelişimde kanepede biraz daha rahat oturduğunu fark ettim. Tahmin edersiniz ki içimde olumsuz bir şeyler kıpırdanmaya başladı. Odasına gitmesi gerektiğini hatırlatmakla hatırlatmamak arasında kararsızlık yaşıyor ve kızgınlık duygum giderek artıyordu. Tam bu sırada babası balkondan içeri girdi ve oğlunun yanına otururken yarışın ne yarışı olduğunu falan sorarak oğluyla izlemeye koyuldu.
İşte o zaman sanki beynimde bir ışık yandı. Oğlum davranışıyla beni kızdırmıyordu, ben kendim kızıyordum. Eğer onun davranışı tartışmasız “kabul edilemez” bir davranış olsaydı babasının da bu davranışı kabul etmemesi gerekmez miydi? Babası onun düşmanı mıydı ki ders çalışmasın tv izlemesini istesindi?
İşte bu olaydan sonra dilimi değiştirmeye , çocuğumun davranışlarını güzel- çirkin, doğru- yanlış, iyi- kötü….. demeden “bana göre kabul edilemez” ya da bu kitabî sözcüğü kullanmak istemediğimde “ bu benim hoşuma gitmedi” gibi sözlerle nitelendirmeye başladım.
Eğer çocuğunuzun bir davranışı için “Bu çok yanlış bir davranış” derseniz, o davranışı yaptığı her zaman tutarlı olmak için aynı şeyi söylemelisiniz. Oysa biliyoruz ki biz anne/babayız ama önce insanız, Tanrı değil. İnsan olduğumuz için de tutarlı olamayız. Bir davranış bir gün bizi rahatsız etmez, aynı davranış başımız ağrıdığı, çok yorgun olduğumuz ya da işlerimiz başımızdan aştığı için……… başka bir gün rahatsız edebilir. Başka bir deyişle kabul çizgimiz önce “bana göre” yer değiştirdiği için aynı davranış bize bir iyi gelir, bir kötü.
Yaşantılarınızdan bunun böyle olduğunu düşünerek bulabilirsiniz.
Kabul çizgimizin yer değiştirişine neden olan ikinci şey, karşımızdaki insandır. Bazı insanlar vardır, onlara “şeytan tüylü” denir. Ne yapsa göze batmaz. Bu insanlara karşı da kabul çizgimizin yeri oldukça aşağıdadır. (Sınıflarda çocuk sayısı çok fazla olduğu için bu durum açık biçimde görülür.)
Üçüncü etkense içinde bulunulan çevredir. Evde çocuğumuzun bazen gezinerek yemek yemesine göz yumabiliriz. Hele iştahsız ise “Aman yesin de…” deriz. Amaa evde misafirlerimiz olduğunda ya da dışarıda yenilen bir yemekte aynı davranışı kabul edemeyiz.
Bundan böyle siz de çocuğunuzun ya da……. kabul edemediğiniz davranışlarını iyi-kötü, doğru-yanlış……. diye değerlendirmeden “Şu anda bu davranışını kabul edemiyorum” ya da
“ Bana göre hoş değil” gibi kendi sözcüklerinizle reddetmeye başlayabilirsiniz. Böyle bir dil kullanmaya başladığınızda çocuğunuz “Annem şimdi, kabul edemiyor” diye düşünmeye başlayacaktır. Bu da aynı davranışı kabul ettiğinizde “Annem de bir doğru diyor, bir yanlış” diye düşünüp sizi tutarsız olarak algılamayacaktır.
Sözün özü: Kabul edemediğiniz, sizi rahatsız eden bir davranış karşısında tepki vermeden önce kendinize “Bu davranış herkes için tartışmasız kabul edilemeyen bir davranış mı, yoksa ben mi öyle algılıyorum?”diye sormalısınız. (Ancak evrensel değerle ters düşen bir davranış her kesçe kabul edilmez, edilmemelidir. Değerler konusunda ele alacağım.)
Burada Epiktetos’un sözünü bir kez daha anımsayalım: Gelişmiş insan sorunun yaşanan olayda değil, kendisinin o olaya bakış tarzında olduğunun bilincindedir.
Bir sonraki yazıda “kabul” konusunu sürdüreceğiz. Bu konu üzerinde önemle durmak gerek. Eğer kabulü içimizde yaşatamazsak iletişim engelleri yapmaktan kendimizi kurtaramayız, sen dili konuşma dilimiz olur, etkin dinleme yapamaz, bunların sonucunda da kazan-kazan yoluyla çatışma çözemeyiz.
“Beni olduğum gibi kabul eden biriyle evlenebilirim” ya da “Ben böyle biriyim, kabul edersen…” gibi cümleleri özellikle medyada oldukça sık duyuyorum. Bu cümleler Gordon’un kabulünün yanlış anlaşıldığını gösteriyor. Bu kelime adeta bir moda sözcüğü oldu. Aslında Gordon’un anlatmak istediği bu değildi.
Kabul ne demek? Bir insanın evrensel değerlere ters gelen davranışlarını, görgüsüzlüğünü, kabalığını vs hoş görmek mi? Çocuğumun yatağımın üzerinde ayakkabılarıyla zıplamasına izin vermek mi yoksa kış günü yazlık elbiseyle sokağa çıkmasına göz yummak mı? Kabul de, nasıl kabul?
Bir sonraki yazıda buluşmak dileğimle ve sevgilerimle…
Not : Sevgili Büşra Karaca ödevleri benimseyip yaptığı için onun adında diğer uygulayıcılara da yardımı olsun düşüncesiyle yazının sonuna bir duygu listesi ekleyeceğim. Bu liste anababa gruplarımda oluşan listelerin birleştirilmesiyle elde edildi. İncelediğinizde “Bu duygu değil, durum diyebilecekleriniz olacaktır. Hem değiştirmemek, hem de o durumların altında duyguların olması aynen kabul etmemin nedenidir.
Duygu dilinizin gelişmesi çocuğunuzun da duygu dilinin gelişmesine, iletişiminizin daha can cana olmasına yardım edecektir. Hele bu yöntemi yeni kullanmaya başlayanlar için sürekli kızıyorum, üzülüyorum, mutlu oldum, sinirleniyorum gibi birkaç duygu ile konuşmak çocuğa, “ Ama anne sen de hep kızıyorsun ya da sinirleniyorsun,” deme hakkını verir, o zamanda bu garip durumdan nasıl sıyrılacağınızı bilemezsiniz.
Bu yazıyı yalnızca okuyup geçmeyecekler için bu haftaki çalışma maddeleri: (Ödev kelimesi komik geldi şu anda bana):
• Duygu farkındalığını sürdürün.
• Kabul pencerenizi çizin. Kimlere karşı kabul çizginizin nerede olduğunu düşünüp nedenlerini bulmaya çalışın.
• Çocuğunuzun kabul edemediğiniz davranışlarını etiketlemeden “ Bana göre……” demeye başlayın.
Defterinize tanıma pencerenizi çizebilir misiniz? Kimlere karşı açık bölgeniz nasıl? En çok kime karşı açıksınız ; kimlere karşı gizli yanınız büyük ve bu insanların özellikleri neler?
Çalışmalarımda bu soruyu sorduğum her kes kendini açtığı “o insanın” eleştirmeden dinleyen, kabul edici olduğunu; kendini sakladığı insanın/insanların ise sürekli eleştirip akıl verdiğini söylemişlerdir. Demek ki kabul etmek iletişim için olmazsa olmazdır.
Yazının başında başkalarını kabul edebilmek için önce kendimizi kabul etmemiz gerekir demiştim.
Olaylar karşısında hissettiklerinize, düşündüklerinize bakarak, yani iç gözlem yaparak kendinizle ilgili yeni bilgiler elde edebilirsiniz. Bu bilgilerin bazıları sizi rahatsız edebilir. Örneğin filân kişiyi kıskandığınızı fark ettiniz ve rahatsızlık duydunuz diyelim. Bu duyguyu yok saymak, inkâr etmek, bastırmak sizi rahatlatmaz, aksine farkında olmadan içinizde biriktirdiğinizde hem rahatsızlığınız artar hem de gelişme şansınızı kaybedersiniz. Oysa kendi kendinize “Ben şu kişiyi şu, şu özelliklerinden dolayı kıskanıyorum” diyebilseniz, bunu kendinize itiraf edebilseniz kendinizi kabul etmiş olursunuz. Kabul yüzleşmeyi sağlar, yüzleşme değişip değişmeme konusunda sizi düşünmeye yönlendirir. Bunun sonucunda da belki kıskandığınız o özellikleri edinmek için çabalar ve kişisel gelişminizi sağlarsınız.
Dünyada altı milyar insan var ve bu insanların hiç biri diğerine benzemiyor. Yani her birimiz biriciğiz.
Biriciklik ilkesi : Fark et (İç gözlem ve başkalarının geri bildirimleri) Kabul et ( şu, şu özelliklerimi olumluyorum; şu, şu özelliklerimden rahatsızım) Dile getir (Ben şöyle, şöyle bir insanım)
Beğenmediğimiz yanlarımız için “ben niye böyleyim?” diye hayıflanmak yerine “Ben böyleyim” diyerek kabul etmek, bu barışma ve iç huzuru yaşadıktan sonra değişip gelişmek için çabalamak gerek. Siz nasıl biricikseniz, çocuğunuz da biriciktir.
Şimdi gelelim karşımızdakini nasıl kabul edeceğimize ve karşımızdakini kabul etmekten ne anladığımıza. Gordon biliyorsunuz anlatmak istediklerini bir dikdörtgen üzerinde anlatıyor. İlk penceresi davranış penceresi.
Zamanınız olsa başka hiçbir iş yapmadan tüm gün çocuğunuzu izleyebilseniz, bir gün içinde binlerce davranış yaptığını gözleyebilirsiniz.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Bu davranışlardan bazıları hoşunuza gider, bazıları gitmez, hatta rahatsız olursunuz. O zaman bu davranışları kabul edebildiklerim (Beni rahatsız etmeyenler, hatta hoşuma gidenler) ve kabul edemediklerim ( hoşuma gitmeyenler, beni rahatsız edenler) olmak üzere adlandırın. Dikdörtgen şimdi kabul penceresi oluyor ve ortasından kabul çizgisiyle bölünüyor.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Çocuğunuzun davranışlarından kabul ettiklerinizi üst, edemediklerinizi alt bölüme hayalinizde yerleştirin. Hatta defterinize büyük bir kabul penceresi çizip içini doldurursanız daha iyi olur. Bunu yaparken zorlandığınızı göreceksiniz. Çünkü insan olmamamız ve bu nedenle de tutarsız olmamız nedeniyle bir gün kabul ettiğimiz davranışı başka bir gün kabul edemeyebiliriz. Başka bir deyişle kabul çizgisi durduğu yerde durmaz. Aşağı yukarı inip çıkarak yer değiştirir. Neye göre yer değiştirir? Bana, karşımdakine ve o davranışın yapıldığı içinde bulunulan çevreye göre.
Hafta sonu evde ailece bir gün geçirdiğinizi hayal edin. İşiniz yok, eşinizle sohbet ediyorsunuz, çocuğunuz da oyuncaklarını getirmiş yanınızda oynuyor. Aslında oyuncakların oturma bölümüne gelmesini istemezsiniz genellikle, ama bu huzurlu ortamı bozmak istemiyorsunuz, hatta onu kendi kendine oynarken izlemek size ayrıca bir mutluluk da veriyor.
Pazartesi olmuş, işten eve yorgun argın dönmüşsünüz ya da tüm gün çocukla uğraşmaktan ve ev işlerinden bitkin düşmüş durumdasınız, telefon çalıyor ve kıramayacağınız bir aile büyüğünüz size uğrayacağını söylüyor. Çocuğunuz Pazar günü oynadığı oyuncaklarıyla aynı yerde oynuyor, siz adeta koşarak mutfağa giderken oyuncaklara takılıp tökezliyorsunuz. Çocuğunuza ne söylersiniz?
Çocuğunuzun davranışı Pazar günkü davranışıyla aynı, ama Pazar günü kabul ettiğiniz bu davranışı Pazartesi kabul edemiyorsunuz, öyle değil mi?
Bir alıştırma daha yapalım:
Şimdi rahatça oturup gözlerinizi kapatın ve çocuğunuzun kabul edebileceğiniz, hoşunuza gidecek bir davranışı yaparken hayal edin. Ne yapıyor? Ne hissediyorsunuz? Bu durum gerçek olsa ne yapmak isterdiniz? Defterinize yazın lütfen.
Şimdi de kabul edemediğiniz, sizi rahatsız eden bir davranışını düşünün. Ne yapıyor? Ne hissediyorsunuz? Gerçek olsa ne yapmak isterdiniz? Yazın lütfen.
Şöyle bir tablo mu çıktı? Kabul ettiğiniz bir davranış karşısında olumlu duygular hissediyor ve olumlu davranış yapmak istiyorsunuz, kabul edemediğiniz davranış karşısında olumsuz duygu hissedip olumsuz davranmak istiyorsunuz. Şimdiye kadar tersini söyleyen olmadı.
Bu ne demektir sevgili anneler? Ben kendi duygu ve davranışlarımdan sorumlu değilim, başkaları beni istedikleri gibi etkileyebilir ve benim duygu ve davranışlarımdan ben değil onlar sorumludur… Konuşmalarımızı hatırlayalım: Beni kızdırıyorsun, beni mutsuz/mutlu ediyorsun, beni yoruyorsun vb. Yani karşımızdaki bize böyle hissettirdiği için ben böyle hissedip davranıyorum!
Acaba böyle mi? Sizlere şimdi kendi yaşantımdan bir örnekle “uyanışımı” göstermek istiyorum.
Oğlum milli yelkencidir. Lise son sınıfta üniversite sınavlarına hazırlanırken hafta sonları için şöyle bir plân yapmıştı: Antrenman olduğu günler antrenmanlara katılmayacak, dersaneye gidecek; yarış günleri yarış saatleri dışında evde test soruları çözecekti.
Bir cumartesi günü yarışı öğleden sonraydı. Öğleye kadar evde test çözecekti. Kahvaltıdan sonra odasına giderken televizyona gözü takıldı, bir spor kanalında yat yarışları vardı. Ben bu arada kahvaltı masasını topluyordum. Mutfaktan salona geldiğimde oğlumun kanepenin kenarına eğreti bir şekilde iliştiğini gördüm. Salona ikinci gelişimde kanepede biraz daha rahat oturduğunu fark ettim. Tahmin edersiniz ki içimde olumsuz bir şeyler kıpırdanmaya başladı. Odasına gitmesi gerektiğini hatırlatmakla hatırlatmamak arasında kararsızlık yaşıyor ve kızgınlık duygum giderek artıyordu. Tam bu sırada babası balkondan içeri girdi ve oğlunun yanına otururken yarışın ne yarışı olduğunu falan sorarak oğluyla izlemeye koyuldu.
İşte o zaman sanki beynimde bir ışık yandı. Oğlum davranışıyla beni kızdırmıyordu, ben kendim kızıyordum. Eğer onun davranışı tartışmasız “kabul edilemez” bir davranış olsaydı babasının da bu davranışı kabul etmemesi gerekmez miydi? Babası onun düşmanı mıydı ki ders çalışmasın tv izlemesini istesindi?
İşte bu olaydan sonra dilimi değiştirmeye , çocuğumun davranışlarını güzel- çirkin, doğru- yanlış, iyi- kötü….. demeden “bana göre kabul edilemez” ya da bu kitabî sözcüğü kullanmak istemediğimde “ bu benim hoşuma gitmedi” gibi sözlerle nitelendirmeye başladım.
Eğer çocuğunuzun bir davranışı için “Bu çok yanlış bir davranış” derseniz, o davranışı yaptığı her zaman tutarlı olmak için aynı şeyi söylemelisiniz. Oysa biliyoruz ki biz anne/babayız ama önce insanız, Tanrı değil. İnsan olduğumuz için de tutarlı olamayız. Bir davranış bir gün bizi rahatsız etmez, aynı davranış başımız ağrıdığı, çok yorgun olduğumuz ya da işlerimiz başımızdan aştığı için……… başka bir gün rahatsız edebilir. Başka bir deyişle kabul çizgimiz önce “bana göre” yer değiştirdiği için aynı davranış bize bir iyi gelir, bir kötü.
Yaşantılarınızdan bunun böyle olduğunu düşünerek bulabilirsiniz.
Kabul çizgimizin yer değiştirişine neden olan ikinci şey, karşımızdaki insandır. Bazı insanlar vardır, onlara “şeytan tüylü” denir. Ne yapsa göze batmaz. Bu insanlara karşı da kabul çizgimizin yeri oldukça aşağıdadır. (Sınıflarda çocuk sayısı çok fazla olduğu için bu durum açık biçimde görülür.)
Üçüncü etkense içinde bulunulan çevredir. Evde çocuğumuzun bazen gezinerek yemek yemesine göz yumabiliriz. Hele iştahsız ise “Aman yesin de…” deriz. Amaa evde misafirlerimiz olduğunda ya da dışarıda yenilen bir yemekte aynı davranışı kabul edemeyiz.
Bundan böyle siz de çocuğunuzun ya da……. kabul edemediğiniz davranışlarını iyi-kötü, doğru-yanlış……. diye değerlendirmeden “Şu anda bu davranışını kabul edemiyorum” ya da
“ Bana göre hoş değil” gibi kendi sözcüklerinizle reddetmeye başlayabilirsiniz. Böyle bir dil kullanmaya başladığınızda çocuğunuz “Annem şimdi, kabul edemiyor” diye düşünmeye başlayacaktır. Bu da aynı davranışı kabul ettiğinizde “Annem de bir doğru diyor, bir yanlış” diye düşünüp sizi tutarsız olarak algılamayacaktır.
Sözün özü: Kabul edemediğiniz, sizi rahatsız eden bir davranış karşısında tepki vermeden önce kendinize “Bu davranış herkes için tartışmasız kabul edilemeyen bir davranış mı, yoksa ben mi öyle algılıyorum?”diye sormalısınız. (Ancak evrensel değerle ters düşen bir davranış her kesçe kabul edilmez, edilmemelidir. Değerler konusunda ele alacağım.)
Burada Epiktetos’un sözünü bir kez daha anımsayalım: Gelişmiş insan sorunun yaşanan olayda değil, kendisinin o olaya bakış tarzında olduğunun bilincindedir.
Bir sonraki yazıda “kabul” konusunu sürdüreceğiz. Bu konu üzerinde önemle durmak gerek. Eğer kabulü içimizde yaşatamazsak iletişim engelleri yapmaktan kendimizi kurtaramayız, sen dili konuşma dilimiz olur, etkin dinleme yapamaz, bunların sonucunda da kazan-kazan yoluyla çatışma çözemeyiz.
“Beni olduğum gibi kabul eden biriyle evlenebilirim” ya da “Ben böyle biriyim, kabul edersen…” gibi cümleleri özellikle medyada oldukça sık duyuyorum. Bu cümleler Gordon’un kabulünün yanlış anlaşıldığını gösteriyor. Bu kelime adeta bir moda sözcüğü oldu. Aslında Gordon’un anlatmak istediği bu değildi.
Kabul ne demek? Bir insanın evrensel değerlere ters gelen davranışlarını, görgüsüzlüğünü, kabalığını vs hoş görmek mi? Çocuğumun yatağımın üzerinde ayakkabılarıyla zıplamasına izin vermek mi yoksa kış günü yazlık elbiseyle sokağa çıkmasına göz yummak mı? Kabul de, nasıl kabul?
Bir sonraki yazıda buluşmak dileğimle ve sevgilerimle…
Not : Sevgili Büşra Karaca ödevleri benimseyip yaptığı için onun adında diğer uygulayıcılara da yardımı olsun düşüncesiyle yazının sonuna bir duygu listesi ekleyeceğim. Bu liste anababa gruplarımda oluşan listelerin birleştirilmesiyle elde edildi. İncelediğinizde “Bu duygu değil, durum diyebilecekleriniz olacaktır. Hem değiştirmemek, hem de o durumların altında duyguların olması aynen kabul etmemin nedenidir.
Duygu dilinizin gelişmesi çocuğunuzun da duygu dilinin gelişmesine, iletişiminizin daha can cana olmasına yardım edecektir. Hele bu yöntemi yeni kullanmaya başlayanlar için sürekli kızıyorum, üzülüyorum, mutlu oldum, sinirleniyorum gibi birkaç duygu ile konuşmak çocuğa, “ Ama anne sen de hep kızıyorsun ya da sinirleniyorsun,” deme hakkını verir, o zamanda bu garip durumdan nasıl sıyrılacağınızı bilemezsiniz.
Bu yazıyı yalnızca okuyup geçmeyecekler için bu haftaki çalışma maddeleri: (Ödev kelimesi komik geldi şu anda bana):
• Duygu farkındalığını sürdürün.
• Kabul pencerenizi çizin. Kimlere karşı kabul çizginizin nerede olduğunu düşünüp nedenlerini bulmaya çalışın.
• Çocuğunuzun kabul edemediğiniz davranışlarını etiketlemeden “ Bana göre……” demeye başlayın.
En son canfeda tarafından Çarş. Mayıs 19, 2010 11:57 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
canfeda- Müdür Yardımcısı
- Aktiflik :
İtibar : 7
Kayıt tarihi : 20/01/09
Mesaj Sayısı : 154
Konum : Ankara
Ruh Halin :
Geri: İletişimde Kabul Etmenin Önemi
Acıma Acizlik Aç gözlülük Affetmek Ağlamak Ait olmak Alınganlık Allak bullak olmak Altında kalmak Anaçlık Anlama Anlamak Anlaşılmama Anlayış Annelik Aptallaşma Aranma Arınmışlık Arzu Aşağılanma Aşağılık Duygusu Aşk Ayıplama Azim Bağımsızlık Bağışlamak Barışıklık Baskı hissetme Başarı Başarısızlık Başarmak Becerememe Beceriksizlik Beğenilme Beğenme Bekleyiş Bencillik Bezginlik Bıkkınlık Bitip tükenmek Bitkinlik Bocalamak Bozgun Böbürlenmek Bunaltı Burulmak Büyüklük Can sıkıntısı Cesaret Coşku Çaresizlik Çatışma Çekememezlik Çekingenlik Çelişki Çoşku Çökkünlük De ja vü Dehşet Derinlere dalmak Dinginlik Direnme Dokunmak Dostluk Duygusuzluk Dürüstlük Düşmanlık Efkâr Eğlenmek Elem Eleştirilme Endişe Esenlik Eşduyum Evham Eziklik Farkındalık Fedakârlık Gaddarlık Gamsızlık Gerginlik Gerilim Gıpta etme Gurur Güçlülük Güçsüzlük Gülmek Gülümseme Güven Güvensizlik Güzel görünme Güzellik Hainlik Hakkaniyet Haklılık Haksızlık Halsizlik Haset Hasret Hassasiyet Hayal kırıklığı Hayranlık Hayret etme (Birsen Özkan yazılarından metin ya da resimlerden alıntı yaparken mutlaka yazarın adını belirtiniz. Aksi takdirde 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına göre suç işlenmiş olur.) | Heves Heyecan Hırs Hırtlık Hiçlik Hiddet Hissetmek Hor görmek Hor görülmek Horlanmak Hoşgörü Hoşlanmak Hoşnut olmak Hoşnutluk Hoşnutsuzluk Huşu Huysuzluk Huzur Huzursuzluk Hüzün İç erimesi İç yanması İçerlemek İçtenlik İğrenmek İhanet İhtiras İkilem İlenmek İlerlemek İlgi İlgilenme İnanç inatçılık İncitmek İntikam İsyan İtilmişlik İyi niyet İyimserlik Kabul Kaçma Kader Kahretmek Kalp sıkışması Kandırmak Karamsarlık Kararlılık Kararsızlık Karışıklık Kasvet Katılık Kaygı Keder Kendini aklama Kendini kanıtlama Kendini suçlama Keyif Kınama Kırgınlık Kırılmak Kıskançlık Kıvanç Kızgınlık Kibir Kin Kindarlık Korku Koruma Korunma Kötü niyet Kötümserlik Kuruntu Kuş gibi hissetme Kuşku Küçük düşmemek Küçük düşürülmek Küçük görme Küçünsenme Küskünlük Mahcubiyet Mazoşizm Merak Merhamet Minnettarlık Mizah Mukayese Mutluluk Mutsuzluk Mücadele Nefret Negatif hissetme Neşe Nostalji Onaylamak Onur duyma Orgazm Öç almak Öfke Önemseme Önemsenme Övgü Övülmek Özenme Özgürlük Özgüven annenotlari.com | Özlem Özveri Panik Paylaşılmak Paylaşma Pişmanlık Pozitif hissetme Rahatlama Rahatlık Rahatsızlık Rehavet Rekabet Saadet Sabır Sabırsızlık Sadakat Sadistlik Sakinlik Saldırganlık Samimiyet Saygı Sayılma Sayma Sevecenlik Sevgi Sevilme Sevilmeme Sevinç Sevinme Sevme Sezme Sığınma Sıkılganlık Sıkılma Sıkıntı Sıkışma Sınanma Sınırlanmak Sıradanlık Sızlanmak Sinirlenme Sinirlilik Sorumluluk Stres Suçluluk Şaşırma Şaşkınlık Şefkat Şehvet Şımarma Şükür Şüphe Takdir Tasa Taşkınlık Tedirginlik Tehdit Telâş Telaşlanma Tepesinin tası atmak Tereddüt etmek Tiksinti Tolerans Tutku Umursamazlık Umut Umutsuzluk Unutma Unutulma Utanç Utanma Uyuşukluk Ürkmek Ürperti Üzüntü Verimlilk Vesvese Vicdan Vicdan azabı Vicdan borcu Vurdumduymazlık Yakınma Yalınlık Yalıtılmışlık Yalnızlık Yardım edememek Yardım etmek Yardımlaşma Yenilmişlik Yetersizlik Yılgınlık Yok sayma Yorgunluk Yüceltme Yüreğin pır pır etmesi Yüreklendirme Zafer Zevk Zindelik Zulüm Yok sayılma |
canfeda- Müdür Yardımcısı
- Aktiflik :
İtibar : 7
Kayıt tarihi : 20/01/09
Mesaj Sayısı : 154
Konum : Ankara
Ruh Halin :
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz